Hiç anesteziye maruz kaldınız mı? Omuriliğinize saplanan uzunca bir iğnenin içinden geçen kimyasalın ılık ılık vücudunuza yayılmasını hissedersiniz. Bir süre sonra tüm kontrolünün sizde olduğunu zannettiğiniz bazı uzuvlarınızın bir et yığınına dönüşmesi hissini yaşamak ilginçtir. İşte içinde yaşadığımız gariplikler çağında bilinçlerimize olan bu.
Küresel anestezi uzmanlarına karşı az direnmedik. Zaman zaman enjektörlerini benliğimizin omuriliğine saplamayı başardılar. Kısa süreli uyuşukluklar yaşadık doğru, ancak geçti. Fakat böylesine etkili bir sosyo-narkoz belki de hiç almamıştık.
Bizden çok ötelere doğru uzanan yolculuğu başlatan ne oldu, bunun tarifi kolay değil. Belki de toplumsal ruhumuzdan kopuşu hazırlayan travmalar nedeniyle kırgınlaştık. Artık daha az acı hissediyor, daha az ağlıyor, içimiz daha az yanıyor, merhamet ülkesinden ruhsuzluk diyarlarına giden sandalın kıyısında her an biraz daha robotlaştığımızın farkına varabiliyorduk. Bizliğimizin kontrolünü elimizden alan o ılımanlığı hissettiğimizde ise iş işten geçmişti artık.
Eskiden öfkeden deliye döndüğümüz hadiseler sıradanlaştı ilkin. Mesela bir kurşunun bir masum bedenini dağlaması daha az yakar oldu yüreğimizi. Küfür artık bizi etkilememeye başladı, notaların gürültüye nasıl dönüştüğünü anlayamadık nedense.
Birden içine doğduğumuz ve bizi ifade eden değerlerin hayatımızda daha çok yer ettiğini, dilimize daha çok dolandığını fark ettik. Gözden kaçırdığımız ise dile dolanan o hamasi sözcüklerin gerçekle aramıza giren kalın bir perde oluşuydu. Sonra her şeyin bir tiyatro dekoruna dönüştüğünü arkalarında koca bir boşluk oluştuğunu gördük. Fakat narkozun etkisindeydik, sustuk. Dilemmalar evrenine böyle düştük.
Bizliğimizi aldırmazdan evvel toplu vuran yürekler bütünüydük. Issızlaştık ve şairin de dediği gibi “gittikçe artıyor yalnızlığımız.”
Yok mudur bu narkozdan uyanmanın çaresi?
Vardır elbet.
Biraz sayıklama, biraz sancı, biraz baş dönmesi, biraz gayret ve istek…
Reçete belli önemli olan soru şu:
İstiyor muyuz uyanmayı sahiden?