Bazen düşünmeden edemiyor insan. Eskilerin “murakabe” dediği yeni adıyla denetim faaliyetini. Denetim deyince öyle hemen hukuki anlamda bir kavram gelmesin akıllara. İnsan yürüdüğü yolda belli duraklarda öylece durup, geriye bakarak yolculuğu ona göre şekillendirmeli bence.
Yol birçok anlama geldiği gibi, ömür anlamına da gelir zaman zaman. Yolun ortasına gelmemiş olsak da o noktayı çoktan geçmiş bulunsak da bu murakabeyi yapabiliriz. Bazılarımız için hayat defterini kurcalamak hoş görünmese de gerekli. Gerçek denen acıyı bal eylemek yeni acılar yaşamamak için şart.
Herkes bulunduğu kilometrede öylece kalakalsa ve bakışlarını geride kalan mesafeye çevirse neler görür acaba? Mesela alınan yada alınmayan tavırlar bir pişmanlık fitili mi ateşler yüreklerde, yoksa tam tersi mi olur? Mesela sizin yüzünüzden yaşanan bir olumsuzluk kavurur mu kalp cevherinizi? Mesela görmezden geldiğiniz bazı sorunlar, sosyal gerçeklikler pişmanlığa vesile olur mu sahi? Yoksa “aman boşver o zaman öyle gerekti öyle yaptım” gibi pespaye bir rahatlamanın gölgesine mi sığınırsınız?
Bakmayın cümlelerimin ikinci tekil şahsa hitabına? Tüm bu sorular aslında öncelikle özüme. Kendini muhatap kabul etmeyen zaten durmaz o yolun en civcivli kavşağında. Dünü zifiri karanlığa gömenden murakabe insanı olmaz zira.
Neyse her şey bir yana biz devam edelim özdenetim faaliyetimize… Acaba bir yetimin başını okşamayan şu avuçlar bir zenginin yada muktedirin aslen bomboş söylemini patlarcasına alkışladı mı? Suriye’de, Bosna’da, Kudüs’te, Keşmir’de, Afrika’nın bahtı kara topraklarında, medeni olduğunu iddia eden metropollerin kenar mahallelerinde yada batakhanelerinde ölen, oralarda kaybolan, yaşı kaç olursa olsun daima çocuk kalanlarının hikayeleri, bir drama senaryosu kadar burktu mu yüreğimizi. Kurgusal gerçekliğe döktüğümüz kadar gerçek oğlu gerçek öykülere savurduk mu göz pınarlarımızı?
“Komşusu açken tok yatan bizden değildir” diyen abide insanın “bizden değilsin” sözü kahretti mi bizleri? Umursadık mı sahi? Geride kalan kilometrelerde sırf ondan olmak, onunla aynı geometrik düzlemde yer alabilmek için çabaladık mı? Yoksa sadece, dillerden dökülen içi baloncuklarla dolu kelimeler mi yetti bize?
O yolun herhangi bir noktasından geriye doğru bakınca ne gördük sahi? Hoşlandık mı oradaki bizden? Yoksa “Dün dünde kaldı cancağızım, artık yeni şeyler söylemek lazım” diyen gönül sultanının sözlerini çarpıtıp kendimize kalkan eyleyerek yola fütursuzca devam mı ediyoruz?